MARTILAR VE SİMİT
“Martılar ve Simit”, İstanbul’un ruhunu en sade ama en derin haliyle anlatan bir hikâye… Bu parça, yalnızca bir şarkı değil; vapurda martılara simit atarken yüzüne vuran rüzgârı, denizin tuzlu kokusunu, geçmişin sessiz hatıralarını hissettiren duygusal bir yolculuk.
İstanbul’un en tanıdık sahnesiyle başlar her şey: Boğaz kıyısında, elinde bir simit, gökyüzünde süzülen martılar… Çocukken oyun, büyüyünce huzur, âşıkken hatıra olur bu anlar. Şarkı, işte bu evrensel duyguyu yakalar — geçmişle bugünü, masumiyetle özlemi birbirine bağlar.
“Rüzgâr savurur tozlu anıları…” dizesi, aslında hepimizin içindeki İstanbul’a yazılmış bir mektuptur. O şehir ki, her köşesinde bir hikâye, her dalgasında bir anı taşır. “Martılar ve Simit” bu duyguları sadece kelimelerle değil, melodisiyle de yaşatır. Dinlerken kendinizi bir vapurun güvertesinde, martı sesleri eşliğinde, bir zaman tünelinin içinde bulursunuz.
Şarkı, aynı zamanda sevmenin ve vedalaşmanın İstanbul’daki karşılığı gibidir. Çünkü bu şehirde herkes birini bekler, birini uğurlar, birini hatırlar… Martılar ve simit ise, o vedaların sessiz şahididir. Her ısırıkta bir anı, her uçuşta bir tebessüm saklıdır.
Bu eser, dinleyiciyi hem geçmişe hem kalbine götürür; çünkü “Martılar ve Simit”, aslında zamana yazılmış bir İstanbul masalıdır. Şehrin gri sabahlarında da, altın rengi gün batımlarında da, aynı duyguyu fısıldar:
Hayat geçer, anılar kalır — tıpkı Boğaz’da uçuşan martılar gibi…